BEKLEMEYE GELMEZ

Her gün aynı saatte uyanır, aynı saatte kahvaltısını yapar ve evden de her zamanki gibi aynı saatte çıkardı. Toplu taşıma geç kalır, o geç kalmazdı. İşyerine de aramızda en erken o gelirdi. Burada çalışmaya başladığımdan bugüne hep böyleydi. Bunları nereden mi biliyorum. Birazdan anlatacağım.

            Birkaç sene öncesiydi. İşyerinde öğle arası verilmişti. Gelmeyeceğini bile bile öylesine sordum. Dışarıya yemeğe birlikte gitmeyi teklif ettim. “Uzak bir yer olmasın, geç kalmayalım.” Dedi. Ona dert etmemesini, gideceğimiz lokantanın işyerine yakın olduğunu, geç kalmayacağımızı söyledim.  O da “Olur, gidelim.” Dedi. Çok şaşırmıştım. İçimden “Hay rolsün.” Dedim. Yemeğini her zaman işyerinin lokantasında yerdi. Beraber oturacağımız zamanlarda da yemeğimizi hep burada yerdik.   Dışarı ne ben ne de diğer arkadaşlarla hiç çıkmamıştı. Günlük rutinlerini de bu yemek sohbetlerinde anlatmıştı. Lokantaya vardığımızda cam kenarındaki bir masaya yerleştik. Bir degüstatör edasıyla menüyü uzun uzun inceledi.  Bu dikkati ilgimi çekmişti. Ne sipariş vereceğini doğrusu merak ediyordum. Garsona “Her zamankinden.” Dedi. Garson şaşırmıştı. “Efendim, ne istediğinizi tam olarak bize söylerseniz, size daha iyi yardımcı olabilirim.” dedi. Garsonun cevabı sonrasında yüzü birden kızardı, dudakları seyirdi. Buraya daha önce hiç gelmediğini anımsamıştı. Sesi titreyerek “Affedersiniz, birazdan söylerim.” Diyerek garsonu başından savdı. Ben siparişimi çoktan vermiş, gelen yemeğimi afiyetle yiyordum. O ise menüye değil de sanki uzaklarda bir yere bakıyor gibiydi. Yemeğimi bitirip, tatlı faslına geçmiştim. Başını menüden kaldırmadan göz ucuyla bana baktı. “Ne tuhaf.” Dedi. Ben de “Tuhaf olan ne?” diye sordum. “Farklı bir yere gitmeyeli, en basitinden bir menüye bile bakmayalı ne kadar uzun bir zaman olmuş.” Dedi. “Öyle tabi, evden işe, işten eve gidiyorsun. Ne olmasını bekliyordun ki, gözlüğün, saçların, makyajın, ayakkabıların… Her şeyin yıllardır aynı, daha saymamı ister misin?” dedim. Hiç sesini çıkarmıyor, başıyla beni adeta onaylıyordu. “Hayatındaki hiçbir şeyi değiştirmeyerek zamanı durdurabileceğini mi düşünüyorsun. Ölenle ölünmüyor, gidenle gidilmiyor.” Dedim. “Söylediklerinde haklısın.” Dedi. Elindeki menüye tekrar göz gezdirip siparişini verdi. “Nereden başlamalıyım?” diye sordu. Ben de “Kendinden başla.” dedim. “Nasıl?” dedi. “İnsanlar hayatlarında çok güzel şeyler, ya da çok kötü şeyler yaşadıklarında bazen hayat orada dursun isterler. Güzellik yaşayan, bu an hiç bitmesin, kötü şeyler yaşayan da kötülük devam etmesin ister ve o anın ötesine geçmek istemez.” Acıların bitmeyeceğine inanmış olabilir belki de.” Ben uzun uzun anlatırken bir yandan yemeğini yiyor, bir yandan da anlattıklarımı dinlediğini belli etmek için söz aralarında başıyla onaylıyordu. Öğle arası dolmak üzere olduğundan, sohbeti toparlamam gerekiyordu. “Kendinden başlamadan önce, kendinle baş başa kalacağın ve daha önce hiç gitmediğin sakin bir yere seyahate çıkmalısın.” Diyerek lafı güzelce bağladım. Çaylarımızı içtikten sonra da hesabı ödeyip oradan çıktık.

            Akşam olmuş, mesaiyi tamamlamıştım. Onunla kapıda yeniden karşılaştık. Gözlerine ışıltı, yüzüne de aydınlık gelmişti sanki. “Kalan bütün yıllık iznimi kullandım, bir ay buralarda yokum.” Dedi. Bari en azından ilkbaharı bekleseydin.” Dedim. “Bekleyerek hayatımdan bir mevsim daha kaybedemem.” Dedi. Ne cevap vereceğimi düşünürken, o el sallayıp arkasını döndü ve her akşam gittiğinin tam tersi yönünde yürüyerek uzaklaştı. Biraz düşününce ona hak verdim. Bazı şeyler bir gün dahi beklemeye gelmezdi.

Mehmet Hüseyinçelebi

12.03.2022 Kastamonu

Related posts

Leave a Comment